6 Kasım 2013 Çarşamba

Flamingolarımız gelmiş.

   Dün sabah erkenden bir toplantı için ofiste olmam gerekiyordu. Erken derken 6 da başladık toplantı mevzuusuna. Toplantıya katılacak olan adamlar dünyanın öteki tarafında olunca ortalama bir saatte buluşmak gerekiyor bir şekilde. Tabi ben de 5:30 da işte olmak zorunda kaldım bu nedenle. Erken kalkan yol alır derler ya doğru bir laf. Ben kalktığımda yağmur falan yoktu. Benden sonra yağmış. Ofisteyken duymadım haliyle. İşe erken gidince 8 saat çalışma prensibinden dolayı 13:30 da mesaim bitmişti tabi. Bende 2 gibi falan çıktım işten.

   Evimin arkasında Tuzla var. Anayol ile evin arasında kalıyor. Yaklaşık 2 km falan uzaklıkta. Tuzla flamingoların göç yolunda. Buraya gelip 10 gün falan kızlı erkekli takılarak yollarına devam ediyorlar. Kış göçü bu aralarda oluyor, baharda gene gelip takılıp gidiyorlar. Bende hazır dün işten erken çıkmışken fırsat bu fırsat gidip biraz fotoğraf çekeyim kendimi vahşi doğanın kucağına atayım dedim. Vahşi dedim diye abarttığımı sanmayın, hakkaten vahşi. Anlatacağım birazdan neden o kelimeyi kullandığımı..

   Neyse fotoğraf makinemi aldım, botlarımı giydim çıktım yola. Arabayı yolun kenarında bırakıp yürürken önce başıboş köpeklerle kanka olduk. İlk geldiklerinde iyiydik falan sonra nedense beni biftek gibi falan görmeye başladılar galiba. Hırlamaya başladılar. Ama tüm artistlikleri odunu yiyene kadar sürdü. Iyyk ıykk diye arazi oldular sonrasında. Tuzlanın sahiline kadar gittim, tam fotoğraf çekmeye hazırlanıyorum, objektifi falan çıkarttım makineye takacağım derken bi baktım yerde yeşil yeşil çizgiler. Nasıl yani? derken yılan ailesi ile müşerrref olduk bu sefer. Bunlar beni sallamadı geçti gitti öylece yanımdan. Objektifimi taktım fotoğraflarımı çektim falan, dönerken bu sefer ağaç gördüm bir tane. Tek başına öylece kala kalmış. Sakız ağacı. Yanında da çalılıklar falan var. Onunda fotoğrafını çektim, çalıların fotoğraflarını çekmeye başladım ki homurtu geldi çalıların arasından. Meğer yaban domuzu teyzenin evi oradaymış. Kocaman poposu ile kırıta kırıta geldi "burası benim evim hadi git işine" dermişcesine bi homurdandı falan sonra girdi evine.. Boynu da yok tabi garibimin, kafayı çeviripte bakamıyor bana. Mesafe de 30-40 m falan var. Tırstım tabi haliyle. Saldırmaya kalksa tırmanabileceğim en yakın ağaç bile onun yuvasının yanında. :)) Yusuf ile tanıştık o ara tabi.. :) Neyseki sallamadı beni. Uykusuz gibiydi. :)) İşte o ağacın altı. :))



Bu da ablanın yuvasının resmi. Neden abla derseniz, çok beyyle kırıta kırıta yürüyordu ve mağrur bir tavrı vardı. Asabiydide biraz. Oradan çıkarttım. Yoksa muayene falan etmedim yane.. Tabi tırstığım için fotoğrafını çekmeye falanda zaman ayırmadım tabi. Öylece kalıp ne yapacağını belirleyip ona göre kendimin ne yapacağına karar vermek daha akıllıca geldi o an. :)








 Flamingolarmı? Elbette çok güzel hayvanlar. Muhteşem zarif bir görüntüleri var. Güneş üzerlerine vurduğunda pembiş pembiş süper parlayan tüyleri de var.


 
Kanatlarının altının rengi daha da muhteşem. Birkaç tanesi uçtu ama fotoğraflarını çekemedim. Daha doğrusu istediğim gibi çekemedim çünkü yaklaşınca ürküyorlar. Kaz sesine benzeyen sesleri var.
 
 
 
 
 


Kavga ederlerken tüylerini falan kabartıyorlar bi artistik havaya giriyorlar falan..  Rahatsız olduklarını belli etmekten de hiç geri kalmıyorlar. Hemen bi tavır bi afra tafra..



Tuzlu suyun beslediği bereketli topraklar buralar.. Tuzlu toprakta ne yetişir falan demeyin, mısır ekiyorlar bol bol. Bodrumdan dönerken yol kenarında gördüğünüz süt mısır tabelaları tesadüf değil yani. İğde ve zeytin ağaçları da etkilenmiyor..




Orada oyalanırken akşamı etmişim. Dün en azından günün yarısını kendime ayırmış oldum böylelikle..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder